Bu yıl 19 mayısın cuma gününe rastlaması çok iyi oldu. Çünkü uzun zamandır planladığım fakat bir türlü gerçekleştiremediğim Aflak seyahati için bu durum bulunmaz bir fırsattı
18 mayıs akşamı eşim Yasemin ve oğlum Tarık Atufu da alarak düştüm Aflak yollarına. Bulduğum ilk fırsatta bizim emektar javaya(74 model) Demiryüreklerin benzin istasyonundan biraz benzin alıp Yeğenim Ömer Veliyle beraber Aflak tutkusuyla dolaşmaya çıktım.
Kepir mevkiine varınca motoru durdurup o eşsiz manzarayı izlemeye başladım.Mevsim bahar olunca havada ne sıcak nede soğuktu. Sadece tatlı bir rüzgar esiyordu. Aflakı tüm endamıyla karşımda görünce selamlarcasına hafif başımı öne eğdim. O tertemiz havasını içime çektim ve dakikalarca Aflakı izledim. O an çocukluğum bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Gürgenlide kuzu güden çocukları görür gibi oldum. Selimlerin özündeki bentten Şakir Ağanın sesi geliyordu sanki. Şakir ağa meroydu ve bentte su için bekleyen omuzu kürekli insanlara sesleniyordu. Önce nevale diyordu.Gündüz nevale sulanacak akşam da elma ve kavak diyordu. Sonra dolamaçtaki bahçemizde bulunan elma ve kavakları sulamak için ağabeyimle gece yarısı düşe kalka aman Hocabeyliler görmesin diyerek el feneri bile yakmadan Hocabeylinin altındaki büyük pınardan su yıkmaya gittiğimiz geceleri hatırladım. gece dışarıda yatıp çise düşünce soğuğu iliklerimize kadar hissettiğimiz anı yeniden yaşadım sanki. Hatta bir seferinde bu durumuzu gören rahmetli Hacı Ali Bayraklının kendi keçesini bana verip kendisinin açıkta yattığı gece geldi aklıma. Sabaha karşı sulama işini bitirip yorgun ve uykusuz ama görevini yapmış olmanın huzuru ile zafer kazanmış bir komutan edasıyla eve gittiğimizi ve evde bizi bekleyen babamın gülümseyişini hatırladım ve odukça duygulandım.
Daha sonra kepir mevkiinden hareket ederek gürgenlideki tüm baba ailesinin elbirliğiyle rahmetli babamın anısına yaptığı çeşmenin yanına vardım. Önce bir su içtim. Uzun uzun etrafı izledikten sonra yolun öbür tarafında bulunan alıç ağacının yanına vardım. Sonra yamacında bulunduğum göbek dağına dönerek dedimki şu dağın dili olsada anlatsa öküzle çift sürenleri, tırpanla çayır biçenleri. Anlatsa kağnı ile sap çekenleri ve kocalarına yardım eden fedakar anaları birde bu perişanlıkta büyüyen söbelekteki zavallı bebekleri.
Biraz sonrada Çadıryerine vardım.Çocukluğumun büyük bir kısmını geçirdiğim bu yerin benim nazarımda çok ayrı bir kıymeti vardır. Oradaki tarlamızın başında eğri bir karaağaç vardı. Küçükken ben hep ona çıkar oradan hocabeyli yolundan geçen arabaları seyrederdim. Bazen şarkı mırıldanır bazende avazımın çıktığınca bağırırdım. Ağacın üzerindeyken bir kuş kadar özgür hissederdim kendimi. Ne yazık ki sonra traktör geçemiyor diye babam o ağacı kesmişti. Şimdilerde o ağaçtan kalan sürgünler epey büyümüş tam o sürgünlerin yanına varıyordum ki özün öbür tarafında Hocabeyli yolunun altındaki köprü ilşiti gözüme. Küçüklüğümde suların çağladığı bu köprüden şimdi damla su akmıyordu Ama bu hazin manzara karşısında sanki içime bir şeylerin aktığını hissettim ve orada daha fazla kalamadım.
Sonra Çadıryeri ile Aflak arasındaki toprak yoldan geçerek yukarı çeşme üzerinden Namlıkışla yoluna çıktım. Aflakın içinden geçerek tepe köy yoluna,oradanda akpınar mevkiindeki bağımıza vardım. Ama orada karşılaştığım manzara karşısında adete dona kaldım. Zira ata yadigarı o meşhur kayısı ağacımız baharın ortasında kupkuru bir vaziyetteiydi. Zaten bağımızdaki asmalarıda yaşlandığı gerekçesiyle ağabeyim sökmüştü. Çevredeki bağlarda da durum pek farklı değildi. Bazı bağlarda asmalar sökülmüş bazı bağlarda adete sahipsizcesine bakımsızdı. Şaşkınlığım tam geçmemişti ki gördüğüm bir manzara bende tam bir şok etkisi yaptı. Köyümüzün en eski ve en görkemli ağaçlarından olan Kütürün bağındaki koca ceviz ağacı yerinde yoktu. Evet yanlış görmemiştim o asırlık ağaç köyümüzün son yüzyılına şahitlik eden o canlı tarih artık yoktu.Öğrendiğm kadarıyla ceviz ağacı doğalgaza kurban edilmişti. Kim bilir belkide o koca ceviz ağacının kesilmesi belkide bizim kayısı ağacının kuruma sebebiydi. Kayısı ağacı tüm bu olanlara tepki gösteriyor ve çareyi kurumakta buluyordu. Ama en azından kuruda olsa kayısı ağacı ile vedalaşma fırsatını bulmuştum. Büyükihtimalle seneye o da yerinde olmayacaktı.
Tanık olduğum bu hadiselerden sonra oradan ayrıldım ve kayalı boğazın üzerinden etrafı iğde ağaçlarıyla kaplı ralli pistini andıran inişli çıkişlı bir okadarda virajlı yoldan geçerek höyük mevkiine indim. Bu esnada yolda karşılaştığım bir koyun sürüsünün köpeği biraz korkutsada beni çok şükür vukuatsız bir şekilde Höyük mevkiine ulaştım.
Akpınarda karşılaşyığım manzaraların yanında Höyükteki sökülmüş elma ve kavaklar açıkcası beni pek etkilemedi. Zaten elma aşkı ile bilinen Yakup Şahin ve Sefer Demirel bile elmaları söktükten sonra söyleyecek bir şey bulamıyorum.
Tüm bu olanlara rağmen eve döndüğümde Yakup Ali (BABA) amcamın evinin önünde ki köyümüzün en eski ağacı olan yaklaşık 100 yaşındaki pelit ağacının dimdik ayakta durduğunu görmem bana teselli olmuştu.
Sonuç olarak sevinci coşkusu, hüznü, kederi ve sitemiyle bir Aflak seyahati böyle geçti. Her ne kadar karşılaşmış olduğum bazı nahoş tablolar kırsada biraz kalbimi darılmadım ne Aflaka ne de Aflaklılara nihayetinde yüreği Aflak sevdasıyla çarpan bir Aflak tutkunuydum. 22 Mayıs sabahı 10 yaşında Aflaktan ilk ayrıldığım anda hissettiğim duygularla hüzünlü ama geri dönme noktasında da oldukça ümitli bir şekilde düştüm gurbet yollarına..........

Ali Rıza BABA
Haziran 2006 ANKARA